Tıp Fakültesine Annemi ve Babamı Gençleştirme Düşüncesiyle Girdim
-Hekimliğe olan ilginiz çocukluğunuzdan mı geliyor? Doğan Cüceloğlu’nun ‘İnsanın anavatanı çocukluğudur’ diye bir tanımlaması var. Nasıl bir çocukluktu sizinkisi?
Kendimi bildiğim 4-5 yaşlarımdan beri aklımda hep doktor olmak vardı. Çocukluk oyunlarımda da hep doktor olmayı tercih ederdim. Ve bir şekilde (plastik cerrahın ne olduğunu bilmiyorum tabi o zamanlar çok yaygın da değil plastik cerrahi) ama doktor olacağım ve annemi, babamı gençleştireceğim gibi bir düşüncem vardı. Tıp fakültesine de bu düşünceyle girdim.
-Hekim olmaya karar verdikten sonra plastik cerrahi seçmenizin özel bir nedeni var mıydı? Hayatta esinlendiğiniz biri oldu mu?
Tıp fakültesine girerken plastik cerrah ve hatta öğretim üyesi olma hayaliyle girdim. Hem bu mesleği çocukluktan beri istediğim için hem de tıp fakültesi öğrenimim boyunca branşları gördükçe cerrahiye olan ilgim daha da arttı. Ve plastik cerrah olmaya bilinçli bir şekilde karar vermeye başladım. Bu şekilde de kendimi yönlendirdim. Tüm tercihlerim “plastik cerrahi” yönündeydi.
-Tıp eğitiminiz sonrası “Marmara Üniversitesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı”nda okumak için İstanbul’a geliyorsunuz ve geliş o geliş… Mesleki hayatınıza Ankara’da değil de İstanbul’da devam etme nedeniniz neydi? Yıllarca Ankara’da yaşamış birinin gözünden İstanbul nasıl bir yer?
Aslında İstanbul’da ihtisas yapma fikri hiç aklımda yoktu. O zaman açılan kadrolar dolayısıyla ben tercihlerimi yaptım. Daha doğrusu yine hekim olan ağabeyime, plastik cerrahi bölümlerini en başa yazmasını söyledim. Marmara Üniversitesi Plastik Cerrahi bölümü sadece bir tane kadro açmıştı. İlk tercihim olan bu bölümü kazandım. Ve bu şekilde bir tercih kendiliğinden gelişmiş oldu. İlerleyen senelerde ihtisası yapma aşamasında hiç İstanbul’da yaşamamış olmama rağmen İstanbul’u sevdim. Aslında tıp fakültesinin 6 yıllık eğitimi için Ankara’nın çok ideal bir yer olduğunu düşünüyorum. Çünkü; İstanbul çok eğlenceli bir yer… İnsanın aklı kaymadan rahatlıkla derslere konsantre olması anlamında Ankara, ideal bir bilim şehri ama İstanbul’da da ihtisas yaparken çok fazla seçenek var çok fazla hastane görme imkanı mevcut. Ben ihtisas sırasında birkaç hastanede ekstra zamanlarda çalışıp bu farklı elleri görme şansını da elde ettim. Yani cerrahi , aslında bir usta-çırak ilişkisi ve ne kadar çok el görürseniz o kadar iyidir. Ve Hocam Ayhan Numanoğlu, beni bu konuda çok destekledi. Kendisine bir kez daha buradan sizin aracılığınız ile teşekkür ediyorum.
-Tıp literatürüne geçen birçok teknik geliştirdiniz. Plastik cerrahi yeteneğin ve bilginin yanı sıra yaratıcılığın da çok önemli olduğu bir alan. Siz peki başarınızı neye bağlıyorsunuz?
Üç boyutlu düşünmek bir kere çok önemli. Bu üç boyutlu düşünceyi aslında hem matematik hem sanatın bir arada yoğurulması gibi düşünmek lazım. Ben, solakların üç boyutlu düşünce konusunda genel olarak daha yetenekli ve daha başarılı olduklarını düşünüyorum. Tabi ki sağ elini kullanan bir çok yetenekli cerrah, bir çok yetenekli üç boyutlu eserler ortaya çıkaran sanatçılar da var. Bunları da göz önüne alıyorum ancak bunu genel bir kanı olarak söylüyorum. Tabi ki benim bu yeteneğimin gelişmesinde çocukluktan beri edindiğim bir takım kabiliyetler var. Mesela herkes bisiklete binerken ben babamla kendi bisikletimi tamir etmeyi öğrendim. Bir kere plastik cerrahi, tamircilik; bunu net olarak ortaya koymak lazım. Bir şeyi nasıl onaracağınızı, nasıl yapacağınızı bilmek; sadece onunla gezmekten yani bir insana bakarken ben bunu nasıl düzeltirimi düşünmek aslında bu demin ki bisiklete binmek gibi bir şey… Bisikleti onarıp binmenin zevki çok daha fazladır. Yani bir insanı güzelleştirip onu seyretmenin zevki çok daha farklı. Ben onun için bütün hastalarımı çok seviyorum ve onları izlerken hep kendimi takdir ettiğim yönler oluyor, eleştirdiğim yönler de oluyor tabi ki. Bu benim gelişmemde çok fayda sağladı. Bunun dışında annem de benim Sanat Öğretmeni olduğu için mesela kendi desen defteri vardı o desen defterini birlikte çalışırdık. O desen çalışmaları tabi ki insanın elinin yumuşaklğına çok fayda sağlıyor. Babam, İdareci olmasına rağmen bir telden Atatürk profili yapabilecek yetenekte bir insan. Onun da bu ve işte söylediğim gibi bisiklet tamiri ve evde bozulan şeylerin tamiri, bir şeylerin icat edilmesi, ilk oyuncak arabamın tahtadan Babam tarafından yapılmış olması bunların hepsi aslında yapı taşları. Çocukluktan beri bunlar birikerek bir noktada siz de aldığınız eğitimle birleştirdiğinizde daha kolay ilerlemenize sebep oluyor.
-Mesleğinizin sizi en çok zorlayan yanı nedir? Hiç pes ettiğiniz, geri çekilmek istediğiniz bir dönem oldu mu?
Mesleğin en zor yanı aslında, zarar vermeden yararlı olabilmektir. Yani tıbbın aslında temelinde bu vardır: “Önce zarar verme, ondan sonra yararlı olmaya çalış!”. Şimdi estetik cerrahide özellikle sapasağlam bir insanı alıp daha güzelini yapmak için bir operasyon, bir cerrahi yaptığınız zaman bunda çok daha dikkatli olmak gerekiyor. Mesleği tıp olarak düşündüğümüzde en çok zorlayan şey; seneler içerisinde tıp mesleğinin özellikle ülkemizde değerinin alçaltılmaya çalışılması ve değer kaybına uğraması… Bütün tıp mensupları olarak söylüyorum bizi en çok zorlayan şey bu. Hekime şiddet, hekime her türlü saldırı, hekimin aşağılanması, hekimin memur haline getirilmeye çalışılması… Bu aslında Kenan Evren döneminde başlamıştır, mecburi hizmetin konulması mecburi hizmetin niçin sadece hekimlere yönelik konulduğunun hiçbir açıklamasının olmaması… Aslında eskiden cazip hale getirilen Doğu hizmetinin zoraki şartlarda, insanların eşlerinden, ailelerinden koparılıp çok zor koşullara kendi istekleri dışında hiçbir iyileştirme yapılmadan, bir terör ortamına herhangi bir koruması olmadan gönderilmesi. Tabi ki askerler de mecburi hizmet yapıyorlar ancak belli bir lojman koruması içerisinde askeri bir mıntıkada korunuyorlar ama doktor oraya korumasız bir şekilde gidiyor. Aynı şekilde öğretmenler de bu mecburi hizmete tabi. Ama bir hekimin diplomasını almaya hak kazandıktan sonra diplomasını eline alabilmesi için bile mecburi hizmete gidiyor olması bence en ters, en saçma, en zorlayıcı şey. Burada teşvik edici, özendirici olmak lazım. Bunun yerine zorlayıcı olmak aslında bir yararlılık getirmiyor. Sadece her bir altı yıllık eğitimden sonra yapılan ihtisastan sonra da ayrı ayrı mecburi hizmetlere gidilmesi akademik anlamda çok büyük bir zaman kaybına yol açıyor. Benim zamanımda mecburi hizmet kalkmıştı, ben mecburi hizmete ihtisas kazandığım için gitmedim. Bu anlamda şanslı birisiyim ama benim kardeşlerim benim öğrencilerim mecburi hizmete gidiyorlar ve bu beni rahatsız ediyor. Yoksa ben mecburi hizmete gitmiş bunun acısını yaşayan birisi olarak söylemiyorum bunları ama tüm tıp mensubu insanlar için söylüyorum. Mecburi hizmetin kalkması lazım, koşullar iyileştirilmeli ve insanlar kendileri istek yaparak oraya gidebilecek hale gelmeliler.
-Hekim olmasaydınız ne olurdunuz mesela?
Hekim olmasaydım fotoğrafçı olabilirdim. Hatta bir gün ameliyat yapamayacak halde olursam sadece fotoğraf çekerek bunu bir hobi olarak yapabilirim aslında bu işten para da kazanabilirim. İlkokuldan beri profesyonel makinelerle fotoğraf çekiyorum. Ve fotoğraf banyo etmek, baskı yapmak dahil bütün aşamalarını yapmışlığım vardır. Hala daha eğer zamanım olursa sadece fotoğraf çekmek anlamında değil, bu baskı, banyo aşamalarını da yapacak şekilde fotoğraf çekmeyi isterim ve bundan zevk alır para da kazanırım diye düşünüyorum. Ama belki dijital değil de analog kısma kaymak beni daha mutlu eder.
-Hekimlik başarılarınızın yanı sıra bildiğimiz kadarıyla bir motosiklet tutkunusunuz. Bu tutkunuz nasıl başladı?
Çocuklukta bisiklet yani iki teker sevdam vardı. Ben bisikletle gerçekten yapılabileceklerin sınırlarını zorlayan bir çocukluk geçirdim. Ve bisikletten koptuğum bir dönem hiç olmadı. Lise yıllarımda da bisiklete bindim, üniversite yıllarımda da bisikletle hep ilişki içerisinde oldum. Bu arada ortaokul, lise çağlarında daha motorlu bisikletler denilebilecek hafif motorlu araçlara (iki tekerli yine) merak saldım. Ama bu sadece yazları birazcık gezmek tarzındaydı. Daha sonra otomobil merakım hep ön planda oldu. Ne zaman ki bizim Marmara Üniversitesi’nin yolu sürekli tıkanmaya başladı ve ben ameliyatlara geç kalmaya başladığımda yani asistanlık zamanlarımda motosiklet düşünmeye başladım. Ve Marmara Üniversitesi’nde çocuk cerrahı bir abimiz ile birlikte ilk motosiklete geçen tayfa olduk. Başta ulaşım ihtiyacını karşılamak için ama biraz da zevk tabi ki ikisi bir arada yürümeye başladı. Sonrasında o motosiklet diğil de şunu kullanalım derken artık motosikletsiz geçirdiğim günler sayılı hale gelmeye başlamıştı. Çünkü Anadolu Yakasında oturup Avrupa Yakasında iş yerim var, her gün köprüyü geçmek zorundayım ve köprü tarfiği eğer motosiklet olmasa çekilebilir durumda değildi. Hatta iş yerimi tercih ederken bile motosiklete güvendim doğrusu. Bu bir tutku mu, bu bir hobi mi? Bu bir ulaşım aracı aslında, modern ülkelerde motosiklet hem bir ulaşım aracı olarak görülüyor hem de kolay park edilmesi her an istediğiniz yere trafik sorunu olmadan ulaşabilme imkanı tanıması açısından bu aslında uzun yıllardır tercih edilen bir ulaşım aracı ama Türkiye’de yeni yeni ulaşım aracı olarak görülmeye başlandı. Genellikle motosikleti bir tutku, bir hobi, bir eğlence aracı olarak görüyorlar, halbuki ben o sırada ameliyata yetişiyor oluyordum. Bu motosiklet kültürü, İstanbul başta olmak üzere yavaş yavaş gelişmeye başladı ve giderek ilerliyor.
-Motosiklet ile uzun yol yapıyor musunuz yapıyorsanız motosiklet ile seyahat etmek nasıl bir duygu?
Ben olabildiğince şehirler arası ulaşımda da motosikleti tercih ediyorum. Aslında yurtdışına da motosiklet ile gidip geliyorum. Yutdışında bazen motosiklet kiralayarak dolaşıyorum. Bir kere sınırları ortadan kaldırıyor, bir kafesin içerisinde gibi değilsiniz. Önünüzde bir cam olmadan hayatı koklayarak rüzgarı hissederek geziyorsunuz. Bunlar aslında yaşandıkça kıymeti anlaşılacak şeyler. Ama tabi ki kabul etmek lazım motosiklet risktir. Bu riski mutlaka kabul ederek çıkmak lazım ve ona göre tedbir almak gerek. Hem giyim kuşam donanım anlamında hem de sarfedilecek dikkat anlamında. Her an kaza yapılabilineceğini düşünmek lazım. Ben motosiklet kullanmaya başladıktan sonra otomobil kullanmam bile çok daha tedbirli olmaya başladı. Her bir sokak arasında geçiş üstünlüğü bende olsa bile yavaşlamaya, durmaya başladım. Çünkü haklı olmak sonucu değiştirmiyor. Yaralanmak veya ölmek haklı olmanın bir telafisi değil. Sonuçta önemli olan kaza yapmamak.
-Son zamanlarda sosyal medya paylaşımlarınızdan bisiklet de kullandığınızı görüyoruz. Özellikle İstanbul trafiğinde motosiklet ve bisiklet kullanmak riskli değil mi? Korkmuyor musunuz?
Çocukluktan beri bisiklet ile başlayan bir iki teker sevdam zaten vardı. Bence bisiklet kullanmak motosiklet kullanmaktan çok daha riskli. Çünkü motosiklet ile görünüyorsunuz, ışıklarınız var, yeterli bir donanım kullanılması bir kere motosiklet için şart ve ona uygun giyiniyorsunuz ve kaçabilme şansınız var. Bisiklette kaçabilme şansınız çok az ve İstanbul’da yeni yeni yapılsa bile bisiklet yolları çok kısıtlı. Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir anda size yolun ortasında bırakan bisiklet yolları var. Maalesef motosiklet kültürü biraz gelişti, bisiklet kültürü henüz gelişmedi. Bisikletliye nasıl davranılacağı sürücüler tarafından iyi bilinmiyor. Bisiklet kullananlar da zatihi trafik açısından risk oluşturacak hareketler yapıyorlar. Bunun biraz daha bence eğitimi ve gelişmesi, altyapısısı lazım. Ben bisiklete daha çok kırsal kesimde biniyorum veya sahil yollarında biniyorum. O bölgeye ulaşana kadar bile risk aldığımı düşünüyorum. Çok dikkatli olmak lazım bisiklet ile, bisiklet deyip geçmemek gerek çok büyük kazalar olabiliyor. Dolayısıyla evet bisikleti çok seviyorum daha çok Alaçatı’da bisiklete biniyorum.
-Motosiklet yarışlarına katıldığınız oldu mu ya da başka ekstrem sporlara da ilginiz var mı?
Motosiklet yarışına katılmadım, katılmayı da düşünmedim hiç. Yarış motosikletine hiç merak salmadım. Ben daha konforlu, uzun yol yapılabilecek, eşyalarımın sığabileceği, müzik dinleyebileceğim bir motosikleti tercih ettim. Benim için sürat ön planda değil. Önemli olan keyifle güvenle bir yere ulaşabilmek diye düşünüyorum. Asıl tabi ki ilgilendiğim spor windsurf (rüzgar sörfü), bunu çok uzun yıllardan beri yapıyorum. Bunda da yine federasyon yarışlarına katılmayı hiç düşünmedim. Ama arkadaşlarımızla eğlenerek kendi aramızda yarışmak keyifli oluyor. Aslında kendimizi geliştirmek anlamında bu yarışları yapıyoruz. Keyif almak anlamında, birlikte rüzgara kendimizi kaptırmak çok zevkli. Tek başına da yapılabilen bir spor, windsurf. Fakat birlikte anı paylaştığınız takım arkadaşlarınız olunca sadece sörfü değil, sörf sonrası sohbetleri de keyifli yemekleri de paylaşıyorsunuz. Bu spor arkadaşlığı çok kıymetli benim için. Benim kafamın dağıldığı işten kendimi kopardığım ama bir anda da arkadaşlarımın yaralanması ile kendimi yine işin içinde bulduğum ve yardım etmekten de geri hiçbir zaman kalmadığım bir spor dalı. Windsurf gerçekten vücuttaki bütün kasları çalıştıran insanı çok mutlu eden bir spor. Şöyle ki hiç etrafa bakmayıp sadece ufka baktığınızda sizinle birlikte uçan kuşla aynı hissi aldığınızı düşünün. Aslında bu aynı his motosiklette de geçerli. Bazen kuşlarla yan yana gidiyorsunuz ve bir an için onlarla eşit koşullardaymışsınız gibi geliyor. Ama tabi bu anlamda onlar bizden çok daha üstünler. Hep özendiğim şey kuşların bir yerden bir yere kalkıp konmasıdır. Bu ciddi anlamda bir özgürlük aslında. Asıl özgürlük denilen şey de bu değil mi? Gelecekte bu tür ulaşım araçları olduğunda ilk alanlardan biri ben olurum herhalde.
- Boş bir kaç gününüz var ve kendinizi bütün streslerden arındırmak için neler yaparsınız?
Birkaç günüm varsa motosikletime atlar, sörf yapmaya giderim; bunu da hep böyle yapıyorum. Ondan sonra da motosiklet ile geri dönerim...
-Alanında uzman bir plastik cerrah olarak sizi bulmuşken sormak istiyorum. Güzellik sizce günümüzde bir takıntı haline mi geldi?
Tabi ki popüler kültür bazı şeyleri insanlara dayatıyor. Bunu toplumun geneline yayacak olursak, olumlu tarafları da var olumsuz tarafları da var. Tabi ki güzel olmak güzel gözükmek bunun için özenmek olumlu bir şey ama birilerine özenip onlar gibi olmak veya klişe bir formu güzellik olarak kabul etmek; bunu güzellik algısı olarak klişeleştirmek doğru değil. Yani herkesin birbirine benzediği formlar bence güzel olmaktan uzak. Herkesin kendine ait bir yüz güzelliği olması lazım. Ve bu güzellik evet değiştirilebilir, daha güzel hale getirilebilir, çirkin yönler değiştirilebilir yenisi yapılabilir, zayıf kısımlar güçlendirilebilir ama abartılı noktaya gelindiğinde herkes birbirine benzer hale geliyor. Çünkü bu bir kolay kaçış yoludur. Aslında estetik yapan için de kolay kaçış yolu; herkese aynı şeyi yapmak. Zor olan; herkesin ihtiyacına göre bir dizayn yapıp o dizayndan güzel bir şey çıkarmaktır. Ben bunu tercih ediyorum. Herkese aynı şeyi yapmak kesinlikle yapmacık(doğallıktan uzak) bir görüntüye sebep oluyor. Bir şeyin ölçüsü ideal olsa bile, göze opere (ameliyatlı) dediğimiz şekilde gözüktüğünde o zaman bu beni tatmin etmiyor... Benim bile habersiz, gördüğümde anlayamayacağım şekilde bir estetik müdahale yapılmış olması gerekiyor. Doğrusu bu bence.
-İnsanın güzelliğiyle fazlaca ilgili olması psikolojik bir rahatsızlık belirtisi midir sizce?
Zannedilenin aksine plastik cerrahiye gelen insanların takıntılı olduğu düşünülür, ben her insan için aynı fikirde değilim en azından. Bunu tabi ki plastik cerrahın çok iyi tartması lazım. Bir vücut algı bozukluğu var mı diye. Ancak “estetik cerrahiye gelenler takıntılı insanlardır, psikolojik problemi olan insanlardır, ben kendimle barışığım insanın kendiyle barışması lazım” gibi kavramlar bana çok doğru gelmiyor. Çünkü insanın kendinde bir şeyi kusurlu bulması zordur, bunu bulmak bir aşamadır bir olgunluktur. Yani ben tamam kendimi beğeniyorum ama benim şuram hatalı bunun düzelmesini isterim şimdi bir hatayı görmek var birde bunun düzetilebilmesi için çaba harcamak var yani bunun için ikinci aşama plastik cerraha gelmiş üçüncü aşama bunu düzeltmek üzere ameliyat olmuş ve ameliyattan sonra kendini beğenmiş. Şimdi bu aşamalar bence doğru aşamalar ama beklenti aslında daha önce bahsettiğim bir klişeye uydurmaya geldiğinde o zaman takıntı veya takıntılı kişilerden bahsetmeye başlıyoruz. Ama bir estetik operasyon yaptıran insan kendisinde hatayı bulmuş düzelttirmek için gelmiştir yeterli olgunluğa sahiptir diye baştan pozitif olarak kabul ediyorum. Bunun ötesinde bunu araştırdığınızda oturup hastayla sohbet ettiğinizde gerçekten bir takıntı varsa o zaman bu hastayı ameliyattan uzaklaştırmak da bizim görevimiz.
-Yaşlılıkla kavga eden kaybeder diye bir söz var. Yaşlılığa teslim olmak mı yoksa geçinmeyi öğrenmek mi doğru olan?
Şimdi bu yaşlılıkla ilgili benim en önemli düşüncem şu; bir yaşlanmaya engel olamayız, yaşlanmayı yavaşlatabiliriz. Yaşlanmanın getirdiği bir takım deformeleri düzelterek yaşı geriye alabiliriz ama eninde sonunda hepimiz yaşlanacağız. Burada önemli olan güzel, zarif bir şekilde yaşlanabilmek. İşte endoskopik yüz estetiğinde benim öne çıkardığım konu bu; 70 yaşındaki bir insanın 40 yaşında gözükmesi değil. Bazı insanlar vardır 70 yaşındadır ama ne kadar zarif bir hanım ne yakışıklı bir adam denir. İşte çirkinleşmeden yaşlanan insanlar bu şekilde gözükürler. Bizim estetikteki hedefimiz tabi ki gençleştirmek ama bunu yaparken aynı zamanda ileriki yıllarda çirkinleşmeden yaşlanmalarını sağlamak. Dolayısıyla yapılacak olan müdahalelerde de buna dikkat etmek gerekiyor. Günü kurtarmak değil ileriyi de düşünmek gerekiyor.
-Size göre ideal bir güzellik var mı? Özel hayatınızda gördüğünüz insanlara da mesleki deformasyon getirisi olarak bu güzellik algısıyla yaklaştığınız oluyor mu?
Özel hayatımda da gerçekten mesleki deformasyon oluyor ve insanlara baktığınız zaman birçok şeyi görüyorsunuz. Çoğu kez bunu baskılamaya çalışıyorum ama bazen arkadaşlarım, eşim, yakınımda olan kişiler veya beni tanıyan insanlar bakışlarımın profesyonele doğru kaydığını teşhis ediyorlar. Dolayısıyla evet böyle bir mesleki deformasyon bizim mesleğimizde var ama bunu içinde tutabilmek önemli. Çok gerekmedikçe insanlara bu konuda öneride bulunmamak gerekiyor. Çünkü yakınınız olsa bile bazen incinebiliyor insanlar… Buna çok dikkat etmek gerekiyor ve insanların aklında olmayanı aklına sokmamak lazım.
-Plastik cerrahi denilince sanki hep kadınları ilgilendiren bir alanmış gibi düşünüyoruz. Erkek hastalarınız da var mı? Erkek hastayla mı yoksa kadın hastayla mı iletişim kurmak daha kolay oluyor?
Erkek hastalar da çok fazla, beş hastadan bir tanesi erkek ve giderek de bu sayı beşe ikiye doğru ilerliyor. İletişim kurma konusuna gelince, erkeklerle de kadınlarla da iletişim kurma konusunda bir sorun yaşamıyorum. Ancak şunu gözlemliyorum; kadınlar güzellik için bir şeyler yaptırmaya genç kızlıklarından beri alışkınlar. Tüylerini aldırmaktan tutun dövme yaptırmak, makyaj yapmak, kulaklarını deldirmekten başlayarak bir sürü işleme daha yatkınlar. Kendilerine şöyle bir telkinleri var: “güzellik için bir şeyler yapılabilir”. Ama erkeklerde güzellik için bir şey yaptırıyor olmak biraz daha sorunlu. Aslında erkekler bunu mutlaka bir fonksiyonla birleştirme eğilimindeler. Gelen erkek hastaların yüzde doksanı burunlarında bir tıkanıklık yaşadıkları için estetik yaptırma düşüncesinde olduklarını hep belirtiyorlar. Oysa ki kadınlar hep “tamam nefes alamıyorum ama daha güzeli de olsun diyerek” güzellik için bir şey yaptırmak isteğinde olduklarını çekinmeden söyleyebiliyorlar. Onun dışında kadınlar her ay kan görmeye alışıklar, erkekler ise biraz daha nazlı oluyorlar. Aslına dikkat ederseniz erkeklerin gribi de biraz daha ağır geçer, kadınlar grip olsalar bile yemek pişrmeye, ev işlerine devam ederler; erkekler ise sereserpe yatarlar. Biraz daha nazlı erkek hastalarımız…
OKUYUCU YORUMLARI